
Son on yıldır tasarımın toplumsal bir rolü olduğu, dünyanın, başta çevre sorunları olmak üzere kötüye gidişini durdurmak için kullanılabileceğine dair iddialarla daha fazla karşılaşır olduk. Özellikle küresel krizle beraber tasarımın toplumsal rolü, uluslararası tasarım camiasında giderek daha fazla önemsenen bir konu oldu.
Bilinmesine karşın çokça gözardı edilir: Toplumsal dinamikler sürekli bir devinim içindedir. O yüzden, sanki ilelebet sürecekmiş gibi görünen güç dengelerine dayanan toplumsal ve iktisadi yapıların tam da en güçlü göründükleri anda, aslında sadece tarihsel süreçteki görece kısa durağanlık anlarından ibaret olduklarını görüyoruz. Bugünün muktedir, hükümran yapıları, söylemleri daha doğarken içlerinde kendilerini sonlandıracak yeniyi de barındırıyorlar. Yaşanan kriz küresel finans piyasalarına dayalı, hakim iktisadi düzenin bir sonucuydu. Kriz bugün değer yargılarımızı, önceliklerimizi, hayata bakışımızı değiştirdi, değiştirmeye devam ediyor. Yeni sosyal, iktisadi yapı ise kendi iç çelişkileriyle beraber doğuyor. Değişim değişmeyen tek şey... Değişimi yakalayabilmenin yolu ise, bunun arkasındaki dinamikleri, ilişkileri ve aktörleri anlayabilmekten geçiyor. Yani, diğer bir deyişle bu politik bir şuur meselesi.
Varlık nedeninin, mevcut olanı daha iyiye dönüştürmek, değiştirmek olduğunu beyan eden, sadece bir meslek değil aynı zamanda bir yaşam biçimi de olduğunu vaaz eden ve hatta dünyayı bile kurtarmaya soyunan tasarım camiasının “değişim” ve değişimin dinamikleri konusundaki duruşu naif, şuur seviyesi ise şaşırtıcı derecede düşüktür. Değişime pozitif anlamda yön verebilme iddiasındaki - ki sadece ürün veya firma vb. düzeylerde değil, giderek toplumsal düzlemde (social design) ve mevcut hayat tarzlarını dahi değiştirecek radikallikte iddialara sahip bir grubun, toplumsal değişimin dinamikleri konusunda bu kadar naif ve hatta şuursuz olması ve sürekli böyle kalmayı becerebilmesi gerçekten ilgiyi hak ediyor. İnsan düşünmeden edemiyor, “naiflik” acaba tasarımın doğal bir parçası mı?
Bir meslek grubuna toplumun genelini pozitif yönde değiştirme misyonun atfedilmesi hiç de yeni bir şey değil. Hatta bunun en bilinen örneği, Marx tarafından işçi sınıfına sosyalist toplumsal düzeni kurma misyonunun biçilmesidir. Sonuç malum. Ama Marx’a haksızlık da etmeyelim, o bunu bir koşula bağlamıştı; misyon biçilen grubun politik şuur sahibi ve örgütlü olması gerekiyordu.
Beklentimizi Marx kadar yükseltmesek de, tasarım camiasının genelde politikaya uzak olduğu yaygın olarak gözlenen bir gerçek. Bir meslek grubu olarak, tasarımcılar daha ne mühendislerin ne de mimarların örgütlülüğüne ve politik seviyesine ne yazık ki ulaşabilmiş değiller. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil, küresel ölçekte de geçerli. Tasarım alanında mesleki örgütler mevcut elbette. Ama ister ABD’de IDSA olsun, ister Türkiye’de ETMK olsun, bu örgütlerin kapsayıcılığı, üye tabanları ve temsil güçleri oldukça zayıf. Buna karşın, bazen bu tür örgütlerde bile bir cins mesleki bürokrasinin oluşarak ve hatta meslekten görece bağımsızlık kazanarak, kendini meslektaşların yerine ikame edecek şekilde, oligarşik bir varlık kazanabildiği gözleniyor. Tasarım örgütlerinin yönetimlerinde tasarımla ilişkisi sorgulanabilir kişi ve grupların hakim olması gibi durumlar da bazen istisna olmaktan çıkabiliyor. Bu tür örgütsel “arıza” göstergeleri aslında o meslek gruplarındaki apolitik yapının da doğal bir sonucu. Politik şuur düzeyi bir grubun neden ve nasıl örgütlendiği ya da örgütlenemediğiyle yakından ilişkilidir. Amaç (şuur) ve yöntem (örgütlülük) bir bütün oldukları gibi, karşılıklı olarak birbirlerini de biçimlendirirler. Tasarımın Türkiye’deki çok düşük katılımlı ve sınırlı örgütlenme deneyimi, ne yazık ki tasarım ödülleri ve yarışmaları düzenlemenin ötesine çok az geçebildi. Bir meslek grubu olarak tasarımcılar toplumun genelini ilgilendiren konularda ortak görüşler oluşturamadı ve bunları kendi mesleki pratikleriyle ilişkilendirmeyi henüz beceremedi. Tasarımın sürdürülebilirlik, işsizlik, yoksulluk gibi genel toplumsal sorunların çözümünde nasıl kullanılması gerektiğine dair politik bir tartışmaya ve bu tartışmadan kaynaklanan bir yönetim değişikliğine bildiğim kadarıyla ne Türkiye’de ne de yurtdışında henüz hiçbir tasarım örgütünde tanık olunmadı. Ama galiba çok daha vahim olan, tasarımcıların bir meslek grubu olarak, toplumsal düzeyde anlamlı, pozitif bir değişimi tetikleme misyonunu üstlenebilecek şuur ve örgütlülüğe zihinsel olarak da uzak duruşudur.
Hal böyle iken, ister bir meslek grubu olsun, ister her isteyene açık “kreatif” ve “liberal” bir yaşam tarzı, tasarımın dünyayı kurtarabileceğine dair savlar naif temennilerin ya da manipülatif, boş sloganların ötesine ne yazık ki geçemiyor. Bir mesleki grup olarak ele alındığında, tasarım camiası bir türlü anlayamadığı ve ya anlamak istemediği toplumsal ilişkilerin, dinamiklerin ve başat aktörlerin arasında, bırakın dünyayı kurtarmayı, henüz kendi hak ve hukukunu dahi gerektiğince savunmaktan aciz görünüyor. Kendini kurtaramayan, dünyayı nasıl kurtarır?
Kaynak: http://tr.dexigner.com/jump/haber/20932
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder